Caner Fidaner'den

Dillerin ayırdığını, sözcükler birleştirir

Tepetaklak Bir Dünya

Apollo 17’den “tersine” bir fotoğraf: Ortada Madagaskar adası, onun sağında Afrika

Dikkat ettiniz mi, filmlerde filan uzay gemisinden dünyaya bakanlar, hep kuzey kutbunun yerkürenin üst tarafında olduğunu görür. Acaba dünya yuvarlağı uzayda “gerçekte” nasıl duruyor? Hakikaten kuzey kutbu hep yukarıda mı kalıyor? Örneğin başka dünyalardan bir uzay gemisi gelse, onun içindekiler yerküremizi nasıl görecek? Onlar için de illa kuzey yukarıda mı olacak?

Halbuki düşünün bir: Bir futbol topunun üzerine dünya haritası çizsek, sonra da o topu uzaya bıraksak, bunun altı, üstü olur mu? Olmaz elbette! Ayaklarımızı basacağımız sabit bir zemini bulunmayan, yani alt tarafı, üst tarafı olmayan uzay boşluğundaki yerkürenin neden bir tarafı hep “yukarıda” olsun ki? Dünya, boşlukta öylesine yuvarlanan bir cisim sadece. Fakat coğrafya derslerinden tanıdığımız, kuzeyi yukarda gösteren haritalara, kürelere o kadar alışmışız ki, dünyamızı başka bir pozisyonda aklımıza getiremiyoruz.

12. yüzyıldan bir “T-O haritası”

Apollo 17‘den gönderilen bir dünya fotoğrafı ilk yayımlandığında, ortada Madagaskar adası vardı, Arabistan yarımadası ve Afrika Boynuzu da alıştığımızın tersi yönde, yani “baş aşağı” duruyordu. İtirazlar üzerine NASA daha sonra bu fotoğrafı “düzelterek”, yani 180 derece döndürerek dağıttı.

Biliyorsunuz, kuzey’i yukarda göstermek, ortaklaşa bir kabulden başka bir şey değil. Her ne kadar kuzeyi yukarda olan ilk haritayi ikinci yüzyılda Batlamyus yapmış ise de, bu gösterim biçimi, bugünkü anlamıyla haritacılığı kurmuş sayılan Mercator’dan sonra, yani 16. yüzyıldan başlayarak yaygınlaşmış. Neden böyle olmuş? Çünkü haritacılık işi Avrupalılar tarafından geliştirilmiş, onlar da kendi anakaralarını yukarıya koymuşlar.

Jean Mansel’in “La Fleur des Histoires” adlı kitabındaki Mappa Mundi (Dünya Haritası), 1460 civarı – Yukarıda Asya, alt solda Avrupa, al sağda Afrika

Peki, daha önce durum nasıldı? Sekizinci yüzyıldan keşifler çağına, 15. – 16. yüzyıllara kadar olan dönemde kullanılan haritalar, yukarı taraflarında kuzey değil, genellikle doğu olacak şekilde çizilmişti. Hatta batı dillerinde “yönelim” anlamına gelen oryantasyon teriminin kökeninde de, doğu (“orient”) sözcüğü var.

Ortaçağ haritalarında dünya bir daire biçiminde çiziliyor, merkeze kutsal kent Kudüs konuyordu. Sonra daire ortadan bir çizgiyle kesiliyor, bu çizginin yukarısı Asya anakarası oluyor, alt bölgenin sol yarısı Avrupa’yı, sağ yarısı da Afrika’yı gösteriyordu. İçinde “T” olan bir “O” harfine benzeyen bu çizimlere bazen T-O haritaları deniyor, bazen da Orbis Terrae (“Yerküre”) adı veriliyordu.

Kâtip Çelebi’nin Cihannuma’sındaki Anadolu haritasının üst tarafı güneyi gösteriyor (1648)

Yakınlarda Katip Çelebi‘nin Cihannüma‘sı, Boyut Yayın Grubu tarafından harika bir baskı ile yeniden yayımlandı, ben de o kitaba sahip olan şanslı kişilerden birisiyim. Oradan biliyorum ki, Katip Çelebi’nin bu kitabındaki haritalarından çoğu Mercator‘dan alınma ve kuzey yönü yukarıda olacak şekilde çizilmişler, ama Anadolu haritası ile Boğaz haritasında durum değişik, güney yönü yukarıda.

Son birkaç yüzyıldır kullandığımız haritalarda Avrupa’nın hep Afrika’nın üstünde görünmesi, Kuzey Amerika’nın Güney Amerika’ya her zaman tepeden bakması, “kuzey”in “güney”e üstün olduğunu ima eden siyasal bir kabule de işaret ediyor, galiba.

“Avustralya Artık Altta Kalmayacak!”

Kuzeyi hep yukarıda göstermeye en önemli itiraz ise Avustralyalılardan geliyor. Avustralya’ya gittiğinizde, hediyelik eşya dükkanlarında dünyayı tersine gösteren, yani Avustralyayı yukarıya koyan haritalar ve kartpostallar bulabilirsiniz. Bu haritalar gözü belli bir tip haritaya alışmış olan bizlerde “tepetaklak olmuş bir dünya” hissi uyandırsa da, güney yönünü haritanın yukarısına koymanın hiçbir yanlış tarafı yok.

Ölü Ozanlar Derneği adlı filmi görmüşsünüzdür, o filmde sıraların üstüne çıkan gençler hem sınıflarını, hem de kendi dünyalarını bir başka gözle görmeye başlıyorlardı. Sanıyorum biz de yerküreye, kuzeyin üstte olmasının şart olmadığını fark etmemize izin verecek bir uzaklıktan bakabilirsek, yalnızca evreni değil, kendimizi de yeniden tanımlayabileceğiz.

Caner FİDANER

Meraklısına: Yeni Kitab-ı Cihannüma‘yı tanıtan siteye gitmek için buraya tıklayın.


24/08/2010 - Posted by | Dil Meselleri | , , , , , , ,

4 Yorum »

  1. Sayin Caner,
    Yazinizi ilgi ile okudum. Konuya yaklasiminiz cok guzel. Ben de biraz bilgi katiliminda bulunmak istedim.
    Gall-Peters projection yoluyla eger dunyamiza bakacak olursak, sadece Kuzey ve Guney kutuplarinin yonleri degil, kita buyukluklerinin de sosyal ve politik nedenlerle saptandigini gorebilirsiniz. Mesela Afrika’nin boyutlarinin kucultulmesi zenci nufusunun beyazlari korkutmamasi icin yapilmis. Butun “ileri medeniyet” ulkelerinin “ustte” olmasi enteresan degil mi?
    Iyi gunler ve basarilar dilerim.
    Alev Akman.

    Yorum tarafından Alev Akman | 25/08/2010 | Cevapla

    • Katkılarınız ve övgüleriniz için çok teşekkürler değerli okurum. Dediklerinize şunları eklemek istiyorum: Hatırladığıma göre, sömürüyü sürdürmek isteyenler, Afrika’nın içlerinde yabani, zararlı, yamyam zencilerin olduğu iddiasını yaymışlar, her yer keşfedildiği halde haritalarda Terra Incognita, yani “bilinmeyen topraklar” ifadesini kullanmaya devam etmişler!

      Yorum tarafından canerfidaner | 25/08/2010 | Cevapla

  2. Merhabalar,

    Ülkelerin yüzölçümlerine göre yapılmış daha geçekçi bir haritayı http://www.worldmapper.org/display.php?selected=1 ‘dan bulmak mümkün. Ama daha bu sitedeki diğer haritalar sanırım.

    Yorum tarafından Barış Çenberci | 23/12/2010 | Cevapla


Alev Akman için bir cevap yazın Cevabı iptal et