Samos ve Su Perisi
Bana yardım eder misiniz? Kırmızı kaplı, köşeleri yıpranmış eski bir defteri arıyorum, ilkokul harita metot defterimi. İçinde kendi çizdiğim Ege haritası olacak.
Seferihisar‘ın iskelesi Sığacık‘tan Samos adasına giden teknenin güvertesindeydik. Kalkışımız gecikmişti ama keyfimiz yerindeydi, çünkü Seferihisar Belediyesinin depremde yetim kalmış Japon çocuklar grubu için düzenlediği tura biz de eklenebilmiştik. Osmanlı döneminde Susam ya da Sisam diye anılmış bu adaya, Anadoludan yalnızca bir mil uzak olduğu halde henüz ayak basmamıştık. Sen, tura yalnız katılan mavi elbiseli hanımla hemen ahbaplık kurmuştun. Az önce bizi saymış olan görevli yine geldi, yolcu sayıları tutmadığından geciktiğimizi söyleyip elindeki listeden isimleri kontrol etmeye başladı. O sırada mavili hanımın sessizce kaçıp bir köşeden denize süzüldüğünü farkettim. Sayım tamamlandı, listeler denkleşti, motor çalıştı, yola çıktık. Baktım, mavili hanım denizden yeni çıkmış haliyle yeniden yanımızda.
Yeşillikler adası Samos’ta tanrıça Hera‘ya adanmış bir tapınak, yani Heraion var. Rivayet bu ya, Hera bu adada, bir hayıt ağacının dibinde doğmuş. Evlendiğinde de kocası Zeus ile buraya, balayına gelmişler. Ama güzel yer diye mi burayı seçmişler, yoksa buraya geleceğiz diye mi Samos’u yeşillikler, çaylar, çağlayanlarla bezemişler, onu bilmiyorum.
Daha uzaktan göründüğünde, adanın çarpıcı doğası da farkediliyor. Denizde geçen üç saatin sonrasında adanın başkenti Vati‘nin limanına ulaşıyoruz. “Vati”, Yunanca “derin” demek, burası da bir vadide kurulduğu için bu adı almış. Çarşı pazarı birlikte gezerken sen mavili hanıma, “Pasaport kontrolü sırasında yoktunuz, neredeydiniz?” diye soruyorsun. Cevap ikimizi de şaşırtıyor, “Pasaportum yok benim, çünkü ben bir su perisiyim, yani bir ‘nimf’im, buraya adımı taşıyan yerden, Nif’ten geliyorum.” Hemen atlıyorum, “Yani Kemalpaşa’dan, öyle mi? Neredeyse 90 yıl oldu o isim değişeli…” Mavili hanım sakince cevaplıyor, “Ama ondan önce, 2500 yıldır oranın adı Nymphaion ya da Nif idi, yani kasaba benim adaşımdı. Neyse, geçelim bunu. Biliyor musunuz, ben bu adaları gezip tanıyacak kadar yaşadım, size Samos’u gezdirebilirim. Örneğin burada muskat yani misket üzümünden, çok güzel kokan beyaz şaraplar yapılır, hem de 2200 yıldır. Bu üzümün adı da Arapça misk sözcüğünden geliyor zaten. Bakın, adanın simgesi olan aslan heykeli bu, şuradan da arkeoloji müzesine çıkacağız. Fakat dikkat, müze saat üçte kapanır.”
Zamanında yetişiyoruz, müzenin en özgün eserini, üç adam boyundaki kuros’u görüyoruz. İlkçağın, ayakta duran insan gövdesi şeklindeki heykelleri böyle adlandırılıyor.
Samos’un her yerini merak ettiğimiz için araç kiralayıp üçümüz yollara düşüyoruz; nasıl olsa sürücü ehliyetlerimiz burada da geçerli. Batıya doğru gidiyoruz, ilk molamızı deniz kenarındaki Kokkari‘de veriyoruz. Deniz boyuna yayılmış şezlongları Avrupalı tatilciler doldurmuş, ama kalabalığa rağmen o kadar sakin bir yerdeyiz ki, sen, “Daha uzun süre kalmak için Kokkari’ye yeniden gelelim”diyorsun.
Yola devam ediyoruz, sırada Karlovasi kasabası var. Samoslular benim gibi meraklıları düşünmüş, her köşeye bir müze yapmış. Karlovasi’de etnografya müzesini gezerken bütün nesneler çok tanıdık geliyor. Sonra 19. yüzyılda kasabada gelişmiş olan sepiciliği anlatan “Tabakhane Müzesi”ne uğruyoruz. Birçok Samoslu gibi bu müzenin görevlisi de İzmirli olduğumuzu duyunca heyecanlanıyor, “Dedelerimiz için başkent İzmirdi” diyor, “O zamanlar Atina’nın esamisi okunmazdı, herkes İzmir’e gitmek, orada okumak ister, oradan satın aldığı eşyalarla övünürdü. ”
Su perisi Samos’un her köyünde belli bir tarihte eğlence gecesi düzenlendiğini, bu gece de Lekka köyünde eğlence olduğunu söylüyor, biz de oraya gidiyoruz. Düğün evi gibi uzun masalarla donanmış meydanın bir köşesinde mütevazı bir grup, Yunan halk müziği çalıyor, bir başka köşede köyün kadınları yemekler pişirip dağıtıyorlar, yanlarındaki şarap fıçıları dolup dolup boşalıyor. Az sonra meydan dans edenlerle doluyor, kimi Türk, kimi Yunan. Otelimize ne zaman, nasıl döndük, hiç hatırlamıyorum.
Ertesi sabah Pitagoryon‘a gidiyoruz. Samoslu Pisagor‘un adı verilmiş olan köyde bizi yine deniz, yine sakin bir kalabalık karşılıyor. Lisedeki dik üçgen formülünden bildiğimiz Pisagor bu. Ünlü matematikçi aynı zamanda mimar, felsefeci, hatta bir tarikat kurucusuymuş, rakamların gizemine inanmış olan tarikati epey yaşamış. Hediyelik eşya satıcılarında onun bir başka becerisi ile, Pisagor bardağı adlı ilginç buluşla karşılaşıyoruz. Bir şarap kupası düşünün, ortasında çubuk gibi yüksek bir çıkıntı var, iç çeperinde de ‘burayı aşma’ anlamına bir çizgi. Bardağı doldururken çizgiyi geçtiniz mi, kupadaki bütün şarap bardağın altından kucağınıza dökülüyor! Hem şaraptan oluyorsunuz, hem de açgözlü durumuna düşüyorsunuz. Nasıl oluyor? Bardağın ortasındaki çıkıntının dibinde minik bir delik var, o delik çıkıntının içindeki “S borusu” gibi boşluğun, yani sifon düzeneğinin bir ucu aslında. Sifonun öteki ucu tabanda bir delik, çizgi aşıldığında içkinin tümü oradan akıp dökülüyor. Derler ki, Pisagor, inşaat işçilerine şarabı eşit dağıtabilmek için tasarlamış bu bardağı.
Dönüş yolunda, su perisinin önerisiyle adanın en yüksek yerinde durup denizi seyrediyoruz. Türkiye tam karşımızda, adanın devamı gibi duruyor. Sen “Nasıl olur da bu adaya hem bu kadar yakın, hem bu kadar uzak olabiliriz?” Ben ekliyorum, “Neden daha önce gelmedik Samos’a?” Su perisi bana dönüyor, “Sorumlu sensin” diyor, “Hani ilkokulda defterine bir harita çizmiştin, orada çizgi, nokta, çizgi, nokta… diye kırmızı kalemle Samos’u Dilek yarımadasından ayırmıştın. Orada kalemi öyle sıkı bastırmışsın ki, o çizgi zihnine işlemiş, o çizginin iki yakasını farklı dünyalar sanmışsın yıllarca. Şimdi o kırmızı çizgiyi silmen gerekiyor.” Meseleyi anlıyorum, su perisine teşekkür ediyorum. İşte o günden beri kırmızı kaplı, köşeleri yıpranmış eski bir defteri arıyorum, ilkokul harita metot defterimi. İçinde kendi çizdiğim Ege haritası olacak. Bana yardım eder misiniz?
Caner Fidaner
(Bu yazı, Radikal gazetesinin pazar eki olan Radikal İki’nin 25 Eylül 2011 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)
Meraklısına Notlar:
(1) Pisagor bardağının mekanizmasını yazıda iyi anlatamamış olabilirim, bu bardağın marifetini bir öğretmenden, Mr. Manolos’tan izlemek için burayı tıklayınız (İngilizce video klip, süresi: 4′ 28″).
(2) Dilek yarımadası ile Samos’un Psili Ammos (= İncekum) adlı plajı arasındaki uzaklığı aşağıdaki haritada görebilirsiniz:
27/09/2011 - Posted by canerfidaner | Yol Masalları | Dilek yarımadası, Heraion, Karlovasi, Kemalpaşa, Kokkari, Lekka, Nif, Nymphaion, Pisagor, Pisagor bardağı, Pitagoryon, Samos, Seferihisar, Seferihisar Belediyesi, Sisam, Susam, Sığacık, Vati
6 Yorum »
canerfidaner için bir cevap yazın Cevabı iptal et
Neden yazıyorum?
Sait Faik 11 Mayıs 1954’te ölmüş. Aynı senenin 17 Eylül’ünde doğduğuma göre ben o günlerde anamın karnında beş aylık bir ceninmişim. Yani kalbim atmaya başlamış, dimağım da gelişme yoluna girmiş o sırada.
Öldüğünde Sait Faik’in bütün mevcudiyetinin ortadan kalktığını, yok olduğunu kim söyleyebilir? Belli ki onun varı, yoğu toprağın altına sığmayacak kadar çoktur. Ben derim ki sadece yazdıkları değil, Sait Faik’in hissiyatı, tefekkürü, kafasındaki hayaller ölümünden sonra tebahhur etmiş etrafa yayılmıştır. Veyahut çaydanlığın altındaki su kaynamaya başlayınca nasıl kendine bir yer bulup dışarı çıkar, dağılır, görünmez olsa da o buharı ta içerden burnunuzla hissedersiniz, işte Sait Faik’in terekesi de öyle geniş, öyle zengindi ki cümle aleme yetecek kadar geniş bir mesahaya dağılmış olsa gerek. Muhtemeldir ki aradan bir zerre kaçıp anamın karnına girmiş, oradan da benim pıt pıt atan yüreğime kadar gelmiştir. Belki de hayat enerjimin bir kısmını o zerreye borçluyum, kim bilir? Eğer bir tercihte bulunma imkânım olsaydı, “Haritada Bir Nokta” hikâyesinin son dokuz kelimesinin benim payıma düşmesini isterdim:
“Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
-
Diğer 1.609 aboneye katılın
Kategoriler
- Çok kısa öyküler (49)
- Öykü çevirileri (2)
- Öyküler (94)
- Deneme (5)
- Dil Meselleri (43)
- Ellilikler-1: Hüzün (25)
- Ellilikler-2: Hayret (16)
- Güncel (2)
- Mikroöyküler (10)
- Nanoöyküler (6)
- Okurken (5)
- Uncategorized (12)
- Yol Masalları (22)
- Şiirler/Şairler (48)
Sandıkta neler var?
Caner Fidaner’den
Blogumda ara:
Etiket Bulutu
Alef Alfa Asuman Susam Avare Kuşlar Avustralya Ağaca Tüneyen Baron aşk barselona Behçet Aysan Berkin Elvan Borges D1 Kafelerin Zeus'u Daskalopetra desakralizasyon deus dil Dil Mağarası Endülüs eros escribo Fotoğraf Francis Bacon gaudi haiku Herman Melville Homeros Hrant Dink inci Italo Calvino Jorge Luis Borges katalonya kelebek Kibele kül Küçük Prens Kıbrıs Langston Hughes la sagrada familia las meninas Lyon Martı Mikroöykü Moby Dick nanoöykü Nişanyan Orson Welles park güell picasso Rabindranath Tagore Rabindranat Tagor Rae Armantrout Richard Bach Safo sait faik sakrum sakız Seferihisar Sidney simurg spiro Stray Birds sözcük sözlük Sığacık Tagor Tagore velasquez viyolonsel Yeni Atlantis yorgo zerdüştçülük zeus Üçüncü Adam çello özgürlük
Caner abim,
3 hf once samos daydım.
bu kadar guzel yazıkabilir.
enerjine saglık
ZS
Yorum tarafından zafer sınık | 30/09/2011 |
İlgine ve övgüne çok teşekkürler arkadaşım… 😎
Caner
Yorum tarafından canerfidaner | 30/09/2011 |
caner bey,
yazınızı çok beğendim, yıllarca tam karşı kıyısında yaşayıp bilmediğim yerleri görünce hissettiklerimi çok güzel anlatmışsınız, kafamızdaki o kırmızı çizgileri silmemiz gerekiyor gerçekten,elinize,yüreğinize sağlık.
Yorum tarafından Lale özdel | 30/09/2011 |
Çok teşekkürler güzel sözler için… Sınır çizgilerini silmede, kullandığımız sözcükler de etkili oluyor… 😎
Caner
Yorum tarafından canerfidaner | 30/09/2011 |
yazdıklarını sevmemek mümkün değil
kırkyıldabir okusam da
Yorum tarafından ç. erhan sökmen | 29/04/2014 |
çok sağolasın hocam… övgüne teşekkürler. 🙂
caner
Yorum tarafından canerfidaner | 29/04/2014 |