Caner Fidaner'den

Dillerin ayırdığını, sözcükler birleştirir

Yedinci Tanrı

Süryani işi nazar boncuğu

Süryani işi nazar boncuğu

Sen uyumuştun, ben ise yatakta bir süre sağa sola döndükten sonra taş otelin dolunay altında pırıl pırıl parlayan terasına, az önce berrak gökyüzünde birlikte kutup yıldızını aradığımız köşeye geri dönmüştüm. Midyat’ın kutucuklara benzeyen, sıra sıra dizilmiş evlerinin ışıkları giderek azalıyordu. Aralardan gökyüzüne uzanan çan kuleleri ile minareler ise çoktan birer siluet olmuştu. İnsanı ürperten esintinin uzaklardan gelen fısıltısını duymak için kulak kesildiğim sırada bir sesle irkildim:

– Sizce ilk yazı kaç yıl önce yazılmış olabilir? Beş bin? On bin?

Sol yanımda siyah cübbeli iri yarı bir adam bitivermiş, çıplak başıyla karşıtlık oluşturduğunu hatırlatmak ister gibi sağ eliyle henüz ak düşmemiş sakalını sıvazlıyordu. Koyu renkli bir cüppe giymiş, koltuğunun altına büyük bir kitap sıkıştırmıştı. Gözüyle kitabı işaret ederek, “Elimdeki kara kaplı çok daha eski bir tarihi işaret ediyor.” dedi; sonra tokalaşmak için sağ elini uzattı ve devam etti: “Adım Gabriel. Demin eşinizle sohbetinize kulak misafiri oldum da, anlatacaklarım ilginizi çekebilir.”

Az sonra terastaki birkaç masadan birine oturmuştuk. Gabriel katlanmış gazete büyüklüğündeki kitabını masaya koydu, işaretlediği yeri açtı. Kocaman yazılarla dolu sayfaların her birindeki satır sayısı on beş yirmiyi geçmiyordu. Yazı bana tanıdık gelmedi, her satır sanki kalın bir çamaşır ipiydi de geometrik şekilli harfler o iplere asılmıştı. Yeni arkadaşım işaret parmağıyla sağdan sola izleyerek okumaya başladı:

– “Birinci Tanrı karanlıktan çıktı geldi ve yeryüzünü yarattı. Hüküm sürdüğü on bin yılın ardından sonsuza kadar dinlenmek üzere yeryüzünde kendisi için hazırladığı tahta çekildi. Her şeyi bir yere yazdı, ölümsüz olmak için yedi defa tekrarlanacak sözü son satıra ekledi ve bu tekmil kelâmı ikinci tanrıya devretti. İkinci Tanrı yeryüzünden çıktı geldi ve gökyüzünü yarattı. Hüküm sürdüğü on bin yılın ardından sonsuza kadar dinlenmek üzere gökyüzünde kendisi için hazırladığı tahta çekildi. Yeni şeyleri ve ölümsüz olmak için yedi defa tekrarlanacak sözü eklediği tekmil kelâmı üçüncü tanrıya devretti.”

Gabriel bana baktı: 

– Sırada başka Tanrılar da var, her biri on biner yıl hüküm sürmüşse her şey çok çok eskiden yazılmış demektir.

İtiraz ettim:

– İyi ama bunların doğru olduğu ne malûm, bu kitabın kaynağı ne?

– Süryani papaz İshok kim bilir ne zaman Ezidilerin arasında yaşamış, onların anlattıklarını kaleme almış. Süryani bir din adamı olarak benim bu anlatılanları ciddiye almamam gerek. Fakat şu yedi kez tekrarlanacak sözü merak ediyorum doğrusu. Size bütün bunları anlatıyorum, çünkü yaşınız kırk dokuz yani yedinin karesi, yedinci ayın yedisinde saat yedide doğmuşsunuz. Buraya yedi gün için geldiniz ve size tek boş oda olan yedi numarayı verdiler. Bütün bunlar rastlantı mı?

– Neden olmasın? Yine de siz şu yaradılış hikâyesine devam etseniz, ilgimi çekti de.

– Üçüncü Tanrı güneşi yaratıyor, dördüncüsü ayı, beşincisi yıldızları, altıncısı ise bütün hayvanları ve bitkileri. Her bir Tanrı on bin yıl hüküm sürüyor, sonra kendi yarattığı her neyse onun içine bir taht yapıp oraya yerleşiyor, sonsuza kadar dinlenmek üzere. Tekmil kelâm denen yazılar da hep bir sonraki Tanrı’ya teslim ediliyor, ölümsüzlük sözcüğü ile beraber.

– Yedi Tanrı demiştiniz, altısını saydınız?

Gabriel başını salladı, dolunayın aydınlattığı kitabın kapağını açıp kaldığı yerden okumaya başladı. Sesi zaman zaman dua eder gibi oluyor, zaman zaman da ilâhiye benzer bir musikiye dönüşüyordu. Sık sık bana açıklama yapmak için duraklıyordu. İyice uykum gelmişti ki baktım kitap bitiyor. Fakat son yaprağın yarısı yoktu, yırtılmıştı sanki.

Gabriel kapağı kapatmadan önce ellerini iki yana açtı, bana en ilginç gelen yorumunu yaptı:

– Kitabın okunabilen son sözcükleri şöyle: “Yedinci Tanrı bitkilerin ve hayvanların içinden çıktı geldi.” Devamı eksik ama tahmin edilebilir. Her şey yaratıldı, geride bir tek insan kaldı çünkü. Sanıyorum kesik yerde Adem’le Havva’nın ve sonraki insanların sonuncu Tanrı olduğu anlatılıyordu, herhalde ölümsüzlüğün sırrı da orada yazılıydı. Burayı kim, neden kesip çıkarmış bilemiyorum. Neyse, benim gitme zamanım geldi, günün üç ibadetinden ilkini yapmam gerekiyor. Yüzümü doğuya döneceğim, güneş doğmadan ellerimi, alnımı, en son dizlerimi yere koyup secde edeceğim.

Gabriel’e güle güle diyebildim mi hatırlamıyorum, çünkü o sırada gözlerim kapanmıştı, ağırlaşan başımı masaya dayamıştım. Omuzuma değen elinle kendime geldim, kokundan sen olduğunu anladım. Bana “İstersen uyan artık,” diyordun, “Saat yedi oldu.”

Gözlerimi açtığımda ilk önce üzerinde yedi nazar boncuğu olan kolyeni gördüm, ardından güneşi. Sen bir yandan bana sarılmıştın, bir yandan da kulağıma fısıldıyordun:

– Telefon etmeyi unutmayalım, bugün torunumuz yedi aylık oluyor.

.

Caner Fidaner

(Bu öykü, 2014’te Kanguru Yayınları’ndan basılan Kalem Kutusu adlı kitabın 77. sayfasında yer almaktadır.)

09/06/2014 - Posted by | Çok kısa öyküler, Öyküler | , ,

4 Yorum »

  1. Kalemine sağlık!… 🙂

    Yorum tarafından Funda Turper | 10/06/2014 | Cevapla

  2. Süpersin, bayıldım. Kendimi, sözlü kültürün ocak başında, bir sürü meraklılarla oturmuş masal dinliyormuşum gibi hissettim:)) Ellerine sağlık arkadaşım DA, keşke o nazar boncuğundan bulsaydınız:))

    Date: Sun, 8 Jun 2014 22:26:43 +0000
    To: mavihelin197@hotmail.com

    Yorum tarafından Gnl Ocak | 10/06/2014 | Cevapla

    • Sağolasın sevgili Gönül… Nazarlık da artık bir dahaki gidişe 🙂

      Yorum tarafından canerfidaner | 10/06/2014 | Cevapla


Yorum bırakın