Seni Rüyamda Gördüm
Dün gece seni rüyamda gördüm. Aslında o rüyayı sana anlatmak zorunda değilim, çünkü rüya bana ait, benim rüyam, onu benim zihnim yarattı. Evet, rüya sana dairdi, bu doğru, ama içindeki doğrudan doğruya sen değildin, senin benim zihnimdeki görüntündü sadece. Öyle değil mi? O halde rüyamı sana ister anlatırım, ister anlatmam.
Bak şu konuda anlaşalım: Rüya bana ait, her zaman da bana ait kalacak. Onun mülkiyetini kimseye devredemem, sana bile. Bu şartımı kabul ediyorsan, rüyamın içeriğinden sana söz edebilirim. Biraz. Biraz söz edebilirim. Bak şimdiden söylüyorum, tümünü anlatmayacağım. Okumaya devam et
Yazıyorum, öyleyse varım!
Hangi yazardan bir şeyler okumaya başlasam, bakıyorum bir yerlerde nasıl yazdığını anlatmış, neden yazdığını sorgulamış, yazı yazmanın kendisi için ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmış. Kimisi bunu işin psikolojik yanına ağırlık vererek yapıyor, kimisi de gerekçe olarak içinde bulunduğu toplumun koşullarını sıralıyor.
Elimde kendi yazdıklarımdan bir demet oluştuğunda ben de neden yazdığım üzerine düşündüm. Lafı uzatmadan vardığım sonucu söyleyeyim: Yazı yazmak benim için yaşıyor olduğumu kanıtlama çabası. Okumaya devam et
Hoşça Kal Sincap
O sıralarda, yıllarca yaşayıp sonra ayrılmış olduğum şehre bir süreliğine geri dönmüştüm, orada kendime geçici de olsa bir düzen kurmaya çalışıyordum. Eskiden iyi tanıdığımı sandığım şehre bir sürü yeni insan gelmiş, şehrin hem içine, hem dört yanına yeni yollar, köprüler yapılmış, binalar dikilmiş, şehir epeyce değişmişti. Ben de artık gördüğü her tatsızlığa parlayan bir genç değildim, başkalarını değiştirmekten çok, kendimi geliştirmeye zaman ayırıyordum, demek ki ben de eski günlerdeki ben değildim, ben de değişmiştim. Adı bile değişmiş sokaklarda biraz merakla, biraz şaşkınlıkla dolaşıyordum.
Tepe ve Bulutlar
Bugün şehirden kaçmak istiyorum, bir günlüğüne. Aslında günün tümünü de istemiyorum, birkaç saatlik kaçış yetecek sanki. Bir süre sonra geri döneceğimi bile bile bu gri şehirden uzaklaşmak istiyorum.
Külrengi yüzlü, asık suratlı, yere bakarak yürüyen, birisine çarptığında özür dilemesinden vazgeçtim, çarptığının bile ayırdına varamayan insanlarla karşılaşmak istemiyorum. Bana görevi gereği gülümseyen güvenlik görevlisiyle, bana bir şey söylerken aslında başka bir şey düşünen tezgahtarla, beni ardarda gelen rakamların toplamı olarak gördüğünü hissettiğim kasiyerle iletişim kurmak zorunda kalmak istemiyorum. Bugün yalnız seninle konuşmak istiyorum.
Gamze
Gamze nedir biliyor musun? Hayır, hayır, sözlüğe bakma, gözlerini kapat ve düşün, daha doğrusu hayal et, neler görüyorsun?
Gamze bir vahadır. Uzaktan göründüğü anda, susuzluktan kavrulanları yeniden yaşama döndüren bir kaynaktır, güneşten kurumuş bedenlere serinlik vaat eder. Ona güvenebilirsin, suyu tükenmez, gölgesi bitmez. Gölgesinde bir kez oturan, suyundan bir kez içen, onu bir kez gören, bir kez yaşayan, artık hiç unutmayacaktır.
Merhaba, İstanbul!
Merhaba ey Şehr-i Sitanbul; dünün, bugünün, yarının İstanbul’u! Kalûbeladan beri varolan, dünya durdukça duracak olan sen; yerlisinin, yabancısının, bilenin, bilmeyenin, gelenin, gelmeyenin, her yolu düşenin, onu düşünenin İstanbul’u, merhaba…
Beni duyuyor musun? Öylesine değil ama, taşınla, toprağınla, evinle, sokağınla, elinle, ayağınla… Beni duyuyor musun? Okumaya devam et
Terra Incognita
İlkokul öğretmenim bir gün bana bir kitap armağan etmişti, Büyük Kâşifler diye. Bu güzel hareketin nedenini unuttum ama üzerinde ilkokul öğretmenimin el yazısı ile hâlâ kitaplığımı süsleyen o kitabı okuduktan sonra aklımda kalan şuydu: Bir zamanlar dünyanın her köşesi henüz bilinmiyordu, o çağlarda macera seven bazı insanlar dünyayı keşfetmek için yola çıkmışlar ve başka bir Avrupalının daha önce ayak basmamış olduğu yerlere ulamışlardı. Bu sürecin sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik vb. çok ciddi yönleri de olduğunu çok sonraları öğrendim. Okuduğum tarih kitaplarının hep Avrupa’yı merkez alarak yazılmış olduğu, Avrupalıların başka ülkelere merak yüzünden değil, hem siyasi hem ekonomik egemenliklerini yaymak için gittikleri gibi konularda da hiç fikrim yoktu. Çocukken beni ilgilendiren şey, dünyada keşfedecek bir yer kalmadığı, bu yüzden de Kolomb’un, Magellan’ın, Vasco de Gama’nın yaşadığına benzer heyecanlar yaşamanın artık olanaksız hale geldiği olmuştu. Okumaya devam et
Elli Bir
Eğer bir gün “Hayatım boyunca hiçbir zaman ödün vermedim, doğru bildiğim yolda kendi başıma yürüdüm” dersem bana inanmayın. Evet, ilkelerim vardı, hâlâ da var. Onlara uymaya çalışıyorum, uyabildiğim ölçüde de kendimi keyifli hissediyorum. Ama zaman zaman bu ilkelere aykırı davrandığım oldu. Üstelik bu “istisnalar” için o kadar çok, o kadar mantıklı gerekçelerim vardı ki. Yani şu bir gerçek, her zaman kendisi ile tutarlı bir kişi olabildiğimi kimse iddia edemez.
Eğer bir gün, “Yaptığım her şeyin bedelini ödedim, alnım ak” dersem sakın bana inanmayın. Çok şeyin sorumluluğunu üstlenmeye çalıştım, ama bazen o sırada öylesinin gerekli olduğunu düşündüğümden, bazen acıdan, sıkıntıdan kaçmak için, sonradan bana yanlış gelen şeyler yaptığım da çok oldu. Bazen “Ne yapayım, öyle emir almıştım” dedim, bazen “Kim olsa öyle yapardı” diye avundum. Yani hayatımın her döneminde sorumluluk sahibi olduğumu söyleyemem. Okumaya devam et